Savunma Mekanizmaları
- Kadir niğdeli
- 3 Eki 2024
- 18 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Kas 2024
Savunma; klasik psikanalitik kurama göre, ruhsal çatışmalar karşısında Ego’nun başvurduğu davranış örüntüleridir. Tanımlanmış çok sayıda savunma mekanizması vardır. İnsanlar bunları kabul edilebilir olmayan, tehdit edici olan ya da ulaşılabilir olmayan bilinçdışı dürtü, duygu, düşünce ve arzulara, acı veren anı ve deneyimlere karşı kendini savunmada; kendini, bütün bunların yol açtığı çatışma, suçluluk duygusu, öz-saygı yitimi ve eleştirilerden, temelde de kaygıdan korumada; kendine ve diğerlerine ait şemaları sürdürmede kullanır. Savunma mekanizmaları, yukarıda açıklanan sorunları kabul edip onlarla yüzleşmeyi, sorunlara akılcı ve çözüme yönelik yaklaşımlarda bulunmayı içermez. Bunlar gerçeğin olduğundan farklı algılanmasını sağlar, gerçeği yadsır ya da çarpıtır; kısaca, kişinin sorunlarını bilinç düzeyindeki algılama biçimini değiştirir. Bu mekanizmalarla ilgili bir başka kritik konu, kişinin, sorunla doğrudan başa çıkmadığının, Bilinçdışına itilenleri orada tutmak için bazı mekanizmalar kullanmakta olduğunun bilincinde olmamasıdır. Güncel klinik psikolojide, savunma mekanizmaları, günlük sorunlarla başa çıkmak için kullanılan normal araçlar olarak kabul edilir. Ancak savunma mekanizmalarından herhangi birisinin aşırı kullanılması ya da olgunlaşmamış savunma mekanizmalarının kullanılması durumu psikopatolojiyle yakından ilişkilidir.
Neden Belli Savunmaları Kullanıyoruz ?
Nancy McWilliams'a göre belirli bir savunma veya savunmalar takımını kullanıyor olmak, en az dört etkenin çok boyutlu etkileşiminin sonucudur. Bu etkenler;
Kişinin bünyesel mizacı.
Kişinin erken çocuklukta maruz kaldığı sıkıntıların doğası.
Ebeveynlerin ve diğer asli figürlerin kişilerin model olarak çocuğa aktardıkları -ve bazen özellikle öğrettikleri- savunmalar.
Belirli savunmaları kullanmanın deneyimsel sonuçları (pekiştirme etkileri).
Savunma Mekanizmalarına Dair Temel Düşünceler
Salman Akhtar, Psikanaliz Sözlüğünde savunma mekanizmalarına dair psikanalitik literatürde görüş birliğine varılmış noktaları özetlemiştir. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır;
Tüm savunmalar kaygıyı azaltmayı amaçlar.
Tüm savunmalar bilinçdışı olarak faliyet gösterir.
Tüm savunmaların kökleri çocukluktadır.
Bazı savunmalar belirli gelişim aşamalarıyla ilişkili olarak ortaya çıkar (örneğin, anal aşamada yer değiştirme);
Bazı savunmalar belirli psikopatolojik sendromlara özgü görünmektedir (örneğin, histeride konversiyon, obsesif nevrozda yapıp-bozma).
Bazı savunmalarda 'ego' daha baskındır (örneğin, geri alma), diğerlerinde ise 'id' daha baskındır (örneğin, 'kendine karşı döndürme).
Bazı savunmalar (örneğin, 'bastırma' ve 'tepki oluşumu') kalıcıdır, diğerleri (örneğin, 'geri alma') ihtiyaç duyulduğunda kullanılır ve yine diğerleri (örneğin, yer değiştirme) bu süreklilik içinde ara bir yerdedir.
‘Savunma' sadece savunma değildir; normal ruhsal yapı oluşumunda da rol oynarlar (örneğin, egonun ve özellikle süper egonun zenginleşmesine yol açan “içe yansıtma” gibi).
Tanımlanabilir 'savunma mekanizmaları' mevcut olsa da, herhangi bir faaliyetin savunma amacıyla kullanılabileceği de mümkündür. Anna Freud, 'uykuya dalmanın kesinlikle bir savunma mekanizması olmadığını ancak saldırganlığa karşı savunma için kullanılabileceğini' söyleyerek bunun altını çizmiştir.
‘Olgun ego savunmalarının' 'ilkel ego savunmalarından' ayırt edilebileceğine dair ortak bir görüş vardır.
Savunma Mekanizmaları Hiyerarşisi
Savunmaların gruplandırılabileceği ve hiyerarşik olarak sıralanabileceği de genel olarak kabul edilmektedir; Yelpazenin bir ucunda en esnek ve en uyumlu olan en sağlıklı savunmalar, diğer ucunda ise esnek olmayan ve uyumsuz, en patolojik savunmalar yer alır. Spektrumun en uyumlu ucundaki savunmalar, iç veya dış gerçekliğin çok az çarpıtılmasını içerir veya hiç bozmaz. Savunmalar daha katı ve uyumsuz hale geldikçe, gerçekliğin artan derecelerde çarpıtılması gözlemlenir. Adaptasyon düzeyine göre savunmaların nasıl gruplandırılabileceği ve hiyerarşik olarak nasıl sıralanabileceği konusunda araştırmacılar arasında fikir birliği vardır. Kernberg, savunmaların sınıflandırılmasına yönelik olarak onları üç gruba ayıran bir yaklaşım sunmuştur.
Bölmeye dayalı veya "ilkel" savunmalar; İlkel İdealleştirme ve DeĞersizleştirme, Bölünme, İnkar, Yansıtma, Fantezi, Yansıtmacı Özdeşleşme, İlkel Geri çekilme, Tümgüçlü kontrol
Bastırmaya dayalı veya "nevrotik" savunmalar; Gerileme, İçe-Atma, Yer Değiştirme, Bastırma, Yalıtma, Entellektüalize Etme, Dışa-vurum, Akla-Uygunlaştırma, Karşıt Tepki Oluşturma, Yapma-Bozma, Çözülme, Özdeşleşme, Kendine Yöneltme, Saldırganla Özdeşim, Somatizasyon
Olgun savunmalar; Yüceltme, Baskılama, Telafi Etme, Özgecilik, Mizah
Olgun veya sağlıklı savunmalar, iç ve dış gerçekliğin minimum düzeyde çarpıtılmasını içerir ve normal kişiliğin esnek ve uyarlanabilir işleyişiyle ilişkilidir. Nevrotik düzeydeki savunmalar, kişinin psikolojik deneyiminin çelişkili veya potansiyel duygusal rahatsızlık kaynağı olan yönlerini bastırarak veya bilinçten uzaklaştırarak sıkıntıdan kaçınır. "İlkel" savunmalar, zihinsel içerikleri kendiliğinden bilinçten uzaklaştırmaz; bunun yerine birbiriyle çatışan veya yakınlaştırılması psikolojik rahatsızlık yaratacak bilinçli zihinsel içerikleri bölümlere ayırır veya aralarındaki mesafeyi korur. Bu da gerçekliğin bütünlüklü bir şekilde algılanmasında sorunların ortaya çıkmasına neden olur.
Bölmeye Dayalı Veya "ilkel" Savunmalar
Bölme (Splitting)
Zıt benlik temsillerini, zıt nesne temsillerini ve zıt duyguları etkin olarak ayıran ve ayrık tutan bilinçdışı süreçtir. 6. aydan itibaren başlar, bastırmayla beraber işler ve benlikte bir dikey yarılma oluşturur. Daha sonraki dönemlerde kişiliğin bütünleşmesini engeller. Benlikte bulunan doğal dürtülerin ya da içe-atılmış olan nesnenin “olumlu” ve “olumsuz”, “iyi” ve “kötü” diye bilinen parçalara bölünmesi; iyinin yaşatılmaya, kötünün yok edilmeye ya da kötünün yaşatılmaya iyinin yok edilmeye çalışılması en ilkel savunma düzeneklerinden biridir. Şizofreni, sınır ve narsisistik kişilik bozukluklarındaki en önemli mekanizmadır. Aşırı kullanımı dışardaki bir başka kişinin idealize edilmesine sebep olur. Çünkü dışarıda iyi ilişkiler oluşturabilmek için, dışarıdaki iyi nesne iyi ve ideal olarak korunmalıdır. Benlik içinde yaşatılan önemli nesne iki parça olarak (iyi ve kötü) tutuldukça, benliğin kendisi de bölünmeye uğramaktadır (ego splitting). Kişide nesne sabitliği gelişmeden önce kişi çift-değerlilik yaşayamaz; çünkü çift-değerlilik sabit bir nesneye yönelik karşıt duyguların varlığını belirtir.
Örnek; Bayan A, tacizci annesini tamamen iyi, kız kardeşini ise tamamen kötü olarak algılamaktadır.
İlkel İdealleştirme ve Değersizleştirme (Primitive Idealization And Devaluation)
Bölünme ile birlikte işlerler. Nesnelerin ve benliğin sevgi dolu yönlerinin nefret dolu karşıt yönleri tarafından yok edilmemeleri için dışsal nesneler ya tümden iyi ya da tümden kötü olarak görülür. Böylece, kişi, çevresindeki belirli kişilere tüm-güçlülük (omnipotance) ve kusursuzluk atfederek nesnenin görkemiyle mutlu olabilir ve nesneye yönelik haset duygularına karşı kendini savunabilir. Aynı şekilde, kişi, başka birini tamamen değersiz görerek de haset ve yetersizlik duygularına karşı kendini savunabilir. Normal idealizasyon, olgun sevginin temel bir unsurudur. Çocukluğumuzda bağlandığımız kişileri idealize veya aşırı değerli konumlarından zaman içinde aşağı çekme yönünde gelişen eğilim, ayrılma-bireyleşme sürecinin normal ve önemli bir parçası gibi görünmektedir. Tümgüçlü bakıcıya duyulan özlem, kişilerin dinsel inançlarında doğal olarak ortaya çıkar. Sevgilisinin mükemmel, okulunun en iyi okul, beğenisinin çok üstün, kişisel gurusunun yanılgıya düşmez, oy verdiği hükümetin hatasız olduğu ve benzeri yanılsamalara ilişkin ısrarlı tutumlarda bu özlem sorunlu biçimleriyle açıkça varlığını hissettirir. Genelde, kişi ne kadar bağımlıysa veya bağımlı hissediyorsa, idealize etme eğilimi de o kadar güçlüdür.
Bir kişi, hayatını, insanlık durumunun tüm yönlerini birbirleriyle karşılaştırarak kusurlulardan kusursuzlara doğru diye değerler yükleyip sıralamaya çalışarak yaşıyor gibi görünüyorsa ve hem idealize nesnelerle kaynaşma yoluyla hem de kendiliği mükemmel kılma çabalarıyla yaşanan bir mükemmellik arayışıyla güdülenmiş gibi görünüyorsa bu kişinin narsisistik biri olduğunu düşünülür. Bir nesne ne kadar çok idealize edilirse sonunda maruz kalacağı değersizleştirme de o kadar derin olacaktır; yanılsamalar ne kadar büyük olursa bunların düşüşü de o kadar sert olur.
Örnek; Bay C, dinlediği rock grubunun dünyanın en iyi grubu olduğunu söylemektedir. Bay C, 6. Olduğu yarışmayı kazanan 3 kişinin aslında beceriksiz ve yetersiz kişiler olduklarını şans eseri bu yarışmayı kazandıklarını söylemektedir.
İnkar (Denial)
Dış dünyadaki gerçekliğin baskılarına karşı kullanılan bir mekanizmadır. Benlik için tehlikeli olduğu varsayılan ve bunaltıya neden olabilecek gerçekleri yok saymak veya görmemek için kullanılan ilkel bir savunma şeklidir. Bu mekanizmanın temelinde; bilinçdışı bir yakıştırmama, yok sayma özelliği vardır ve bunun yerine gerçek dışı başka kabullenişler, başka düşünce ve inançlar oluşturulur. Sanrı oluşumunda çok önemli bir etkinlik taşır. Çocuğun benmerkezci varoluşunda, "Kabul etmezsem, olay olmamış olur" şeklindeki mantık-öncesi bir kanı çocuğun deneyimine hakim olur. İnkarı temel savunma olarak kullanan kişilere örnek olarak, her şeyin her zaman iyi ve yolunda olduğunda ısrar eden Polyanna benzeri bireyler gösterilebilir. İnkar savunmasının kullanımı ile tanımlanan en açık psikopatoloji örneği manidir. Manik bir durumda kişiler fiziksel sınırlarını, uyku ihtiyaçlarını, mali sıkıntılarını, kişisel zayıflıklarını ve hatta ölümlü olmalarını hayret verici bir dereceye kadar inkar edebilirler. Depresyon, depresyonlu kişinin zihninde hayatın acı gerçeklerini hiçbir şekilde görmezden gelinemez kılarken, mani bunları psikolojik açıdan önemsiz kılar. İnkar mekanizmasını başlıca savunmaları olarak kullanan kişiler karakter yapısı açısından maniktirler ve analitik yönelimli klinisyenler bu kişilerden hipomanik olarak bahsederler. Birçok komedyen veya şovmen, acı verici duygulanımları uzun süreler boyunca gizleyip dönüştürmeyi başarıyla gerçekleştiren kişilerin belirgin nitelikleri olan hızlı kavrayış, yüksek enerji, sözcüklerle oynama ve bulaşıcı neşe özelliklerini gösterirler.
Örnek; Alkol yoksunluğu nedeniyle sık sık nöbet geçiren Bayan E, içki sorunu olmadığını söymektedir.
Yansıtma (Projection)
Kişinin, bazı duygu, dürtü ve ihtiyaçlarını dışarıya aktarıp, yansıtıtarak sanki bunlar dışardaymış ya da dışardan kendisine yöneltiliyormuş gibi algılamasıdır. Birey; kendi içinde yadsıdığı bir dürtüyü başkalarında görür, ya da başkalarının bu dürtüleri kendisinde gördüğünü inanır. Yansıtmanın öncesinde inkar vardır. Bu mekanizmanın psikotik boyutta kullanılması halinde; dış dünya ile ilgili gerçeklere ilişkin katı hezeyanlar ortaya çıkar ve bunlara psikotik paranoid hezeyanlar denir. Yansıtma, sonucunda, içsel olanın, dışsal kaynaklardan geliyor olarak yanlış anlaşıldığı bir süreçtir. Yansıtma, selim ve olgun biçimlerinde empatinin temelidir. Bir kişi dünyayı anlamakta ve hayatla başa çıkmakta yansıtmayı başlıca yol olarak kullandığında o kişinin paranoid nitelikte bir karakteri olduğu söylenebilir.Yansıtma mekanizması kişiyi anksiyeteden iki biçimde koruyabilir:
1) Kişi, kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler.
2) Suçluluk duygulan uyandıracak nitelikteki dürtülerini, düşüncelerini ve isteklerini diğer insanlara maleder.
İkinci grup yansıtma tepkilerinde kişi, suçluluk duygusu yaratacak nitelikteki duygu ve düşüncelerini başkalarına yansıtır. Bu eğilim daha çok, kendisini katı değer yargılarıyla yöneten kişiler de görülür. Böyle insanlar bilince ulaşması sakıncalı görülen eğilimlerini neden bulma gibi diğer mekanizmalarla denetleyemediklerinde yansıtma yoluna başvururlar.
Örnek; Bay A alt komşusunun kendsine zarar vermesinden korkmaktadır. (Kendisinin alt komşusuna karşı agresif dürtüleri vardır.)
Fantezi (Phantasy)
Çatışmaları çözme veya çatışmalardan kaçma işlevi gören ikameler yaratmadır. Erken çocukluk döneminde zihinsel içeriğin büyük bölümünü oluştururlar ve birincil bastırmayla tamamen bilinçdışı kalırlar. Fanteziler, rüyalarda olduğu gibi arzu giderici bir özellik taşırlar.
Anna Freud, düş yoluyla yadsımaya, insanlardan çok ürken bir çocuğun, herkesi korkutan ve yalnızca kendisiyle dost olan bir aslanın varlığını düşlemesini örnek olarak göstermiştir. Bu düşün çocuk için büyük önemi vardı; duruma göre bu düşü istediği gibi yönlendirebiliyor ve aslanın varlığı ona, düşman gördüğü dünyaya karşı sürekli bir güvenlik ve destek sağlamış oluyordu. Böylece bu imgesel hayvan, çocuğa korku ve anksiyete duygularının varlığını yadsımada yardımcı olmaktaydı. Düşlerde insan, hayal gücü aracılığıyla amaçlarına ulaşır ve ihtiyaçlarını karşılar. Bu tür düşler iki biçimde görülür: Zafer kazanmış kahraman ve acı çeken kahraman. Birincisinde kişi kendisini, herkesin hayranlığını kazandıracak işler görmüş, ünlü, yetenekli, güçlü ve saygıdeğer biri olarak düşler. Acı çeken kahraman ise karşılaşmış olduğu engeller ve haksızlıklardan ötürü yenik düştüğü inancı içinde, yetersizliğini görmekten kaçınır; güçlüklere karşı yaptığı savaşta gösterdiği yüreklilikten ve çektiği acıdan ötürü diğer insanların kendisine yakınlık ve hayranlık duyduğunu düşler.
Örnek; Bay J yeni açtığı dükkanı batırmıştır. Yatmadan önce yeni gireceği işte çok para kazanacağını ve çok daha güzel bir dükkan açacağını düşünmektedir.
Yansıtmacı Özdeşleşme (Projective İdentification)
Bölünmeyle işbirliği içinde işler. Kendimizde bulunmasını istemediğimiz bir özelliği başkasına göndermektir. Üç aşamada gerçekleşir: birinci aşamada; kişinin kendilik duygusu içinde, kendini artık tehdit eden, kendiliğini parçalamaya, yoketmeye çalışan parçalar vardır. Kişi, bu parçasını kendisi ile özdeş tutar ve kendisi için önemli olan kişiye yansıtır. Bu yansıtmada o kişi üzerinde denetim kurma, ona bir kişilik kalıbı verme amacı yatmaktadır. Yansıtmada, kişi yansıttığı kişiden ayrı bir varlıktır ve yansıtılan kişi kendisini tehdit eden ayrı bir kişi olarak algılanmaktadır. Yansıtmacı özdeşleşmede ise, kişi artık yansıtılan kişiyle özdeşleşmiştir. İkinci aşamada, yansıtmayı yapan kişi, değişik tutum ve davranışlarıyla yansıtılan kişi üzerinde etkisini sürdürerek, onu zorlayarak, yansıttığı parçası gibi olmasını, onu kendi kendisini öyle algılamasını ve öyle davranmasını sağlamaya çalışır. Üçüncü aşamada, kişi yansıttığı parçasını özdeşim aracılığıyla tekrar kendi içine alır. Bu kez, içine aldığı ve yeniden kendi parçası haline getirdiği bu özellik, sanki önceden kendisinin olan bir parçası değil de yansıtılanın kendilik yapısının bir parçası gibidir.
Örnek; Bayan C, erkek arkadaşına duyduğu öfkenin farkında değildir; randevularına bir saat geç kalır ve onu kızdırır. Başta kızgın olan kendisidir.
İlkel Geriçekilme (Primitive Withdrawal)
Sosyal ve kişilerarası ilişkilerden geri çekilme ve yerine içsel fantaziyi koyma süreçlerini içerir. Kişinin problemlerin çözümüne aktif olarak katılmasını engeller. En önemli avantajı ise, gerçekliğin algılanmasında çok az bozulma olmasıdır. Bakıcılarıyla veya başka erken dönem nesnelerle ilişkisinde duygusal açıdan işgal veya nüfuz edilme deneyimleri, geri-çekilme tepkisini pekiştirebilir. Bir kişi, alışkanlık haline gelmiş ve kaygıya başka yollarla tepki vermeyi devre dışı bırakacak şekilde geri-çekildiğinde, analistler bu kişiyi şizoid olarak betimlerler. Bir savunma stratejisi olarak geri-çekilmenin başlıca avantajı, gerçeklikten psikolojik bir kaçışı içerse de gerçekliği çarpıtmayı çok az düzeyde gerektirmesidir. Geri-çekilmeyi kullanan kişiler kendilerini, dünyayı yanlış anlayarak değil dünyadan çekilerek teskin ederler.
Örnek; Bay A, bilgisayar programcısıdır. Tek başına yaşadığı evinde sosyal olarak ilgileri olmadan yaşamaktadır. Diğer insanlara ihtiyacı olmadığını ve birileriyle beraberken keyif almadığını söylemektedir.
Tümgüçlü kontrol (Omnipotent Control)
Bu kavramı anlayabilmek için bir bebeği düşünmek gerelir. Örneğin bebek üşümüşse ve bakıcısı bunu anlayıp bebeğin ısınmasını sağlamışsa, bebek kendisinin sihirli bir yolla bu ısınmayı sağladığı yönünde dil-öncesi bir deneyim yaşar. Birincil tümgüçlülük veya büyüklenmecilik duygularının hakim olduğu bebeksi durumda kişinin dünyayı denetimi altında tuttuğu fantazisi normaldir; bu algı çocuk olgunlaştıkça doğal olarak değişecektir ve bu değişim, bir veya daha fazla bakıcının tamamen-güçlü olduğuna inanıldığı ikincil veya türetilmiş tümgüçlülük dönemine doğru olacaktır ve en sonunda, çocuk, daha da olgunlaştıkça hiç kimsenin gücünün sınırsız olmadığı tatsız gerçeğini kabullenecektir. Çoğu analist şöyle bir durumun söz konusu olduğunu düşünme eğilimindedir: Kişinin gücünün sınırsız olmadığı bilgisini içeren olgun yetişkin tutumu için bir önkoşul vardır ve bu önkoşul, paradoksal şekilde, bebeklikteki tam tersi yöndeki duygusal deneyimdir; başka bir deyişle, bu önkoşul, bebeğin, önce kendi tümgüçlülüğüne sonra da bağımlı olduğu kişilerin tümgüçlülüğüne ilişkin gelişimsel açıdan uygun yanılsamaların rahatça keyfini sürebilmesini sağlayacak derecede güvenli bir erken çocukluk dönemi yaşamasıdır. Bireyin kişiliği, her türlü pratik ve ahlaki meselelerin önemini ikincil bir konuma iterek, tümgüçlülüğünü istediği etkileri meydana getirecek şekilde yaşadığı duygusu peşinde koşma ve bunun keyfini sürme çabası etrafında örgütlenmişse, bu bireyin psikopatik olduğu yorumu yapılabilir ("sosyopatik" ve "antisosyal" terimleri daha sonra kullanılmaya başlanmış olan eş anlamlı terimlerdir).
Örnek; Bay A, geçirdiği kazada her anın kendi konrtolünde olduğunu kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan kazadan kurtulduğunu anlatmaktadır.
Olgunlaşmamış Savunma Mekanizmaları
Gerileme (Regression)
Zorlanma durumlarında, ruhsal yapının ulaştığı noktadan, daha önceki dönemlere geri dönülmesidir. Bu geri dönüş; nesne ilişkilerinde, libidinal gelişim evresinde ya da egonun gelişim düzeyinde kendini gösterir. Gerilenen dönem saplantı noktalarının varlığı tarafından belirlenir. Dürtü geriletildiğinde; bastırmada uğradığından daha fazla değişikliğe uğramakta, zarar görmekte ve tanınmaz hale gelmektedir. Etkin bir savunma değildir; çünkü bireyi gerilediği dönemdeki anksiyeteyi yaşamaya zorlar. Bu mekanizmada ön şart ego zayıflığıdır, çünkü gerilemede ego son derece pasiftir.
Örnek; Sınav haftasında Bay H, duş almayı ve odasını temizlemeyi bırakır.
İçe-Atma (Introjection):
Hastayı bir dış nesnenin kaybedilmesinden duyulan hayal kırıklığı ve narsisistik travmadan korur. Çünkü nevrotik birey, nesne kaybını, kendi benliğinde içselleştirilmiş bir nesne imajı yaratmadan kabul ve tolere edemez. Burada bir başkasının tüm benliği ya da benliğinin bir parçası, kişinin benliğinin içine alınarak adeta onunla bütünleşilir. İçe-atılmış olan bu nesne, benlik içinde yabancı bir cisim gibi varlığını sürdürmeye devam eden, hatta onunla zaman zaman ilişki de kurulabilen bir nesnedir. Bu nesne içerde sanki ayrı bir varlıkmış gibi yaşatılır. Örneğin, içe-atılmış bir sevgi nesnesine karşı duyulan kin ve nefret o denli ağır olabilir ki, kişi kendi içindeki bu nesneyi öldürmek bile isteyebilir. İntiharların kimi türlerinde, böyle içe-atılmış bir nesnenin yokedilmesi amacı yatar. İçe-atma, sonucunda, dışsal olanın, içsel kaynaklardan geliyor olarak yanlış anlaşıldığı bir süreçtir. Selim biçimlerinde, önemli başkalarıyla bir ilkel özdeşim şeklinde görülür. Küçük çocuklar hayatlarındaki asli kişilerin her türlü tutumlarını, duygulanımlarını ve davranışlarını kendi içlerine katarlar. İçe-atma, sorunlu biçimlerinde, yansıtma gibi, oldukça tahripkar bir süreçtir. Patolojik içe-atmanın en bilinen ve çarpıcı örnekleri, taşıdığı ilkellik göz önünde tutulursa pek de uygun olmayan bir şekilde "saldırganla özdeşim" (A. Freud) olarak adlandırılmış olan süreci içerir. "Ben çaresiz kurban değilim; istediğini yaptıran güçlü kişiyim" düşüncesi, kişilerin bu savunmayı benimsemesinin bilinçdışı nedeni gibi görünmektedir. Bu mekanizma, bütün tanı kategorilerinde görülebilir; ancak sadizm, ani öfkelenme ve çoğu kez yanıltıcı şekilde itkisellik denilen davranışlara yönelik karakterolojik yatkınlıklarda özellikle belirgindir. Bu mekanizma birçok yönden yansıtma mekanizmasının tam karşıtıdır: İlkinde dıştaki olaylar içe alınır, ikincisinde ise iç yaşantılar dış dünyaya mal edilirler. Özdeşleşme de kişi kendi ülkülerine uyan insanları ya da kavramları benimser, içleştirilen değerler ise kişinin önceki inançlarına karşıt da düşse kabul edilirler. Bir insanın düşüncelerine uygun düşen bir siyasal öğretiyle özdeşleşmesi kendi seçimiyle olur. Öte yandan diktatörlükle sonuçlanan bir düzen değişikliği karşısında birey, güvenliğini koruyabilmek için, bu rejimin getirdiği yeni değerleri, önceki inançlarıyla uyuşmasa da içleştirebilir. Bu mekanizmanın bir diğer türü olan içe alma (incorporation) mekanizmasında ise kişi, kendisini terk eden ya da ölüm nedeniyle yitirdiği kişiyi ya da kişileri kendi ego yapısına mal eder. Kızgınlığın dıştaki bir kişiye yöneltilemediği bazı durumlarda, dıştaki kişinin içe alınması sonucu duygular, dışa vurulacağı yerde, insanın kendi üzerine çevrilir. Örneğin sevilen bir insanın ölümü karşısında duyulan yas, gerçekte, ölen kişiye duyulan kızgınlığın içe yöneltilmesidir. İçe alma mekanizması depresyonların psikodinamiğinde patolojik bir nitelik kazanır. Böyle bir kişi herhangi bir nedenle reddedilir ya da terk edilirse,
(1) suçluluk duyguları ve güçsüzlüğü nedeniyle kızgınlığını dışa vuramadığından ve
(2) sevdiği insandan kopmanın yarattığı anksiyeteyi hafifletebilmek amacıyla, bu insanı benliğine mal ederek onunla olan ilişkisini simgesel bir biçimde sürdürür. Öte yandan bu insanın içe alımıyla ona karşı duyulan sevgi, nefret vb. duygular da benliğe mal edileceğinden, ona yönelmesi gereken kızgınlık duygusu kişinin kendi üzerine çevrilir ve kendini suçlama duygularıyla birlikte depresyon ortaya çıkar.
Örnek; Bay A kendisini yetersiz ve başarısız biri olarak algıladığından şikayet etmektedir. (Araştırıldığında annesinin bakım vermede yetersizliklerini içselleştirdiği anlaşılmıştır.)
Nevrotik Savunma Mekanizmaları
Yer Değiştirme (Displacement)
Bir düşüncenin önemi ve ağırlığının, bu düşünceden ayrılıp orjinal olarak düşük yoğunlukta, ancak ilk düşünceyle çağrışım bağlantısı içindeki bir başka düşünceye geçmesidir. Fobilerin oluşumunda özellikle etkin bir mekanizmadır. Fobik obje üzerine yer değiştirme, anksiyetenin lokalizasyonuna ve sınırlanmasına olanak tanır. Kişinin yönetmekte güçlük çektiği duyguların yoğun olduğu durumlarda kullanılan yer değiştirme mekanizması iki biçimde işler:
(1) Yönetiminde güçlük çekilen duygu, ait olduğu obje ya da durumla hiç ilgisi olmayan bir obje ya da duruma yöneltilir.
(2) ayrıca, tehlikeli sayılan duygunun yarattığı tepkinin yerine bir başka tepki gösterilir.
Örnek; Karısına olan öfkesinin farkında olmayan Bay L, oğluna patlar.
Bastırma (Repression)
Histerinin başlıca mekanizmasıdır. Burada bastırma; kabul edilmeyen şeylere karşı o nesne sanki yokmuş gibi davranıldığını gösterir. Tarihsel olarak tanımlanan ilk savunma mekanizmasıdır ve bir çok analist tarafından diğer savunmaların bir ön koşulu olarak görülür. Freud'a göre bastırmanın başarısız olduğu hallerde; bastırılana bir geri dönüş gerçekleşir yani bastırılan her neyse bu baskıdan kurtulmuş olur.
Bir başka tanıma göre bastırma; dürtü, anı ve deneyimlerin bilinçdışına itilmesi ve orada tutulmasıdır. Bunun psikonevrozlarda kullanılan savunmalar arasında ayrı bir yeri vardır ve iki aşamada gerçekleşir:
a) “birincil bastırma” (primary repression) tehlikeli id türevlerinin bilince çıkmadan geri itilmesi için kullanılır. Böylece, bastırılarak bilinçdışında hiç değişmeden kalan saplanma (fixation) noktaları oluşur. Bu tür bir saplanma oluştuktan sonra, söz konusu temsilci (türev) bilinçdışında değişmeden ve bilinçdışının kurallarına uygun olarak varlığını sürdürür ve dürtü de bu temsilciye bağlı olarak kalır.
b) “asıl bastırma” (secondary repression) ise, daha önceden bastırılmış malzemenin bilince tekrar girmekten uzak tutulmasını sağlar ve bastırılmış temsilcinin mental türevlerini ya da başka bir kaynaktan doğmuş, ancak bastırılmış olanla çağrışım bağlantısı içindeki düşünce zincirlerini etkiler. Mesela yapılacak işin, ismin unutulmasında olduğu gibi. Bastırma; dürtü temsilcisinin, bilinçdışında varlığını sürdürmesine, kendisini daha fazla organize etmesine, türevler ve bağlantılar oluşturmasına engel olmaz. Bastırma gerçekte, dürtü temsilcisinin sadece bir ruhsal sistemle, yani bilinçle ilişkisini engellemektedir. Bilincin bu nedenle sürekli bir güç harcamasını zorunlu kılar ve bir kerede olup biten bir şey olmadığından da nevrotik bir yorgunluğa sebep olur. Bastırmanın diğer mekanizmalarla yakından ilişkisi vardır. Örneğin; bastırılan malzeme yeni bir olayı çıkış noktası olarak görür ve enerji yükünün bir kısmını ona aktarırsa; bu yer değiştirme (displacement) olur. Eğer enerji yükünün tamamı aktarılırsa; yüceltme (sublimation) olur. Bastırılanın bastırılmış kalması için karşıt tepki (reaction- formation) oluşturulur. Bastırılanı harekete geçirecek durumlardan kaçınmak için ise; fobiler geliştirilir. Bastırmanın aşırı kullanılması (bastırmayla çoğu kez yan yana işleyen bazı diğer savunma süreçleriyle birlikte), genellikle, histerik kişilik yapısının bulunduğunu belirten başlıca işaret olarak kabul edilmiştir. Freud, başlangıçta, bastırmanın kaygıya neden olduğu sonucuna varmıştı. Bu mekanik modele göre, çok sık olarak histeri ile birlikte görülen kaygıya, dürtülerin ve duygulanımların bastırılarak içeride tutulmaları neden oluyordu. Bu duygular boşalım için ısrar ediyorlar ve böylece kronik bir gerilim durumuna yol açıyorlardı. Daha sonraları, Freud, yeni klinik gözlemler ışığında teorisini değiştirdiğinde, neden sonuç ilişkisinin yönünü tersine çevirmiş ve bastırma ve diğer savunma mekanizmalarını, kaygının nedeni olarak değil sonucu olarak görmüştür. Başka bir deyişle, buna göre, öncesinde varolan akıldışı korku unutma ihtiyacını yaratmaktadır. Theodor Reik duygusal açıdan nispeten daha sağlıklı kişi ile nevrotik kişiyi karşılaştırdığı şöyle bir örnek vermiştir: Nispeten daha sağlıklı kişi, bir mücevheratçının vitrinine bakmaya gidebilir ve vitrine bakarken gördüğü mücevherleri çalıp kaçmaya ilişkin anlık bir fantaziyi bilincinde yaşayabilir; nevrotik kişi ise, vitrininde mücevherler bulunan bir mağazanın önünde bulunduğunu anladığı gibi oradan koşarak uzaklaşacaktır.
Örnek; Hoş olmayan bir terapi seansından sonra Bayan T bir sonraki randevusuna gelmeyi unutur.
Yalıtma (Isolation)
Bastırmanın işlevini yerine getirmekte güçlükle karşılaştığı durumlarda, yardımcı ve yerine geçici mekanizmalardan ikincisidir ve obsesyonel nevrozlar için tipiktir. Kişi, kendisi için “hoş” olmayan bir şey olduğunda ya da nevrozu için anlamı olan bir şey yaptığında, araya, hiçbir şeyin girmemesini, hiçbir şeyi algılamaması ve hiçbir şey yapmamasını gerektiren bir aralık koyar. Burada histerideki amnezide olduğu gibi kişi, travmatik yaşantıyı unutmaz; bunun yerine kendisini duygulanımdan mahrum bırakır ve çağrışım bağlantılarını baskı altına alır ya da kesintiye uğratır. Böylece bu yaşantı, yalıtılmış kalır ve düşüncenin olağan sürecinde yeniden üretilemez. Duygusal yalıtım bazen neden bulma mekanizmasıyla birlikte kullanılır. Düşünceleştirme (intellectualization) de denilen bu savunma mekanizmasında kişi, acı veren bir olaya ilişkin duygusal yaşantılarından mantıklı açıklamalarla kurtulmaya çalışır.
Örnek; Bayan I, kocası tarafından terk edilmesine dair hiçbir hissinin olmadığını söylemektedir.
Entellektüalize Etme (Intellectualization)
Düşünsel süreçleri, duygulanımsal yaşantı veya ifadeden kaçınmak amacıyla aşırı derecede kullanma anlamına gelir. Anna Freud tarafından bir savunma mekanizması olarak tanımlanmıştır. Entellektüalizasyon, tedavi sırasında sıklıkla bir direnç biçimi olarak görülür. Hasta, bu mekanizma aracılığı ile sorunlarını rasyonel ve genel ifadelerle dile getirmeye çalışır.
Örnek; Bay J, kanser teşhisini hastalıkla ilgili kapsamlı araştırma verilerine odaklanarak ele alır.
Dışa-vurum(Acting-out)
Hastanın tedavi sırasında dile getirebileceği kadar kendini güvenli hissetmediği herhangi bir aktarım davranışı olarak tanımlanabilir.
Örnek; Zor bir terapi seansından sonra Bayan G, bir kilo dondurma yemiştir.
Akla-Uygunlaştırma (Rationalization)
Kişinin, gerçek motiflerini algılamadığı tutum, eylem, düşünce ve duyguları için, mantıksal olarak tutarlı ya da etik açıdan kabul edilebilir bir açıklama getirme girişimini ifade eden bir süreçtir. Anksiyetenin gücünü azaltmak amacıyla ve çoğu kez yadsıma mekanizmasıyla birlikte kullanılır. Neden bulma mekanizmasının işlemekte olduğunu gösteren davranışlar aşağıdaki biçimde özetlenebilir:
1) Bireyin sürekli olarak, davranışlarının ve inançlarının haklı gösterecek nedenler arama çabasında olması.
2) Karşıt nitelikteki kanıtları görmezlikten gelmesi.
3) Ortaya sürdüğü nedenlerin geçerliği soruşturulduğunda canının sıkılması.
Neden bulma mekanizması nevrotik özellikler gösteren insanların yaşamında sürekli kullanılır. Gerçek benlik ile idealize edilmiş benlik birbirinden koptuğu oranda bu mekanizmanın kullanılma alanı da genişler.
Örnek; Bayan K, işini hiç sevmediği için kovulmasına sevindiğini söyler.
Karşıt Tepki Oluşturma (Reaction Formation)
Kabul edilemez bir dürtünün; bunun tam tersi olan bir eğilimin abartılması ile üstesinden gelinmesini sağlayan süreçtir. Obsesyonel nevrozlarda çifte değerliliğe bağlı çatışmalar oldukça sıktır ve bunların tipik bir sonucu olarak da, iki çatışan duygudan birinin fazlaca yoğunlaşmasına karşın, diğeri kaybolur. Freud'a göre, duygunun abartılı derecesi ve kompulsif karakteri, mevcut olanın sadece kendisi olmadığını ve zıt duyguyu baskı altında tutmak için sürekli uyanık olma gerekliliğini ortaya koymaktadır. Karşıt tepki oluşturma, kişilikte bir kez oluşunca devam eder. Kişi, dürtüsel bir tehlikenin tehditi karşısında, yeni savunmalar geliştirmek yerine; kişilik yapısını bu dürtüsel tehlike sanki sürekli olarak varmışçasına değiştirerek, her an tehlikeye karşı hazırlıklı olma tutumunu benimser. İçgüdüsel pisliğe karşı sürekli temiz ve düzenli olan kompulsif nevrotiklerde olduğu gibi. Dolayısıyla, baskıya alınmış düşmanca duygular sevgi gösterileriyle, saldırgan istekler sevecenlikle, cinsel istekler ahlak savunuculuğuyla, eşcinsel eğilimler karşı cinse yönelik abartılı ilgi ve etkinliklerle maskelenir. Böylece kişi, içsel dürtülerine kesin engeller koyarak baskı mekanizmasını pekiştirir ve olumsuz dürtülerini bilinç düzeyinden uzak tutmuş olur. Bir insanda karşıt-tepki oluşurma mekanizmasının yerleşmesi, çoğu kez obsesif-kompulsif bozukluğun ortaya çıkmasına neden olur.
Örnek; Bay A annesine bir şey olacağından çok korkar ve onun sağlığı hakkında sürekli endişelenir. (Annesine olan öfkesini bastırmış olan Bay A bunu ilgi ve alaka olarak ortaya koymaktadır.)
Yapma-Bozma (Undoing)
Bastırmanın yerine geçer. Obsesyonel nevrozlarda; bir eylemin bir ikinciyle iptaledildiği, böylece, sanki hiçbir eylem yapılmamış gibi olan, gerçekte ise her iki eylemin de yapılmış olduğu iki evreli semptomlarla karşılaşılır. Burada ilk amaç; belirli bazı olayların olması ya da tekrarlanmasını engellemek için önlemlerin alınmasını içerir ve mantığa uygundur. İkinci amaç ise; olguyu hiç olmamış gibi görerek bir şeyden kurtulmaya çalışmaktır. Bu mekanizmanın sık kullanımı, kompulsif hastalarda sürekli tekrar etme saplantısına dönüşür. Mekanizma iki şekilde işleyebilir:
a)olayın zıttını yapmakla,
b) farklı iç koşullarda aynını tekrar etmekle.
Yapma-bozma mekanizması günlük yaşamda çok sık kullanılır. Kusurlu davranışlarımız için dilediğimiz özürler, günahlarımıza karşılık verdiğimiz sadakalar ve arada bir duyduğumuz pişmanlık duyguları bu mekanizmanın ürünüdür.
Örnek; Bayan N en iyi arkadaşına kötü davranıyor ve ardından ona çok güzel bir doğum günü hediyesi alıyor.
Çözülme (Dissociation)
Önce Fransız ruhbilimcisi P. Janet'nin ortaya attığı ve giderek Freud, Breuer ve daha sonra gelen ruh hekimlerince de işlenmiş bir savunma mekanizmasıdır. Janet, histeride, zihinsel süreçlerin bir parçasının bilincin bütünlüğünden çözülerek bir özerklik kazandığını ve bilinç bütünlüğündeki zayıflama gibi bir durumda, bu düşünce parçacıklarının özerk etkinliği altında bir takım belirtilerin ortaya çıktığını ileri sürmüştü. Örneğin; uyurgezerlik, histerik unutmalar, kaçmalar ve çoklu kişilikte olduğu gibi. Çözülmeyi; Janet zihindeki bir takım düşünce ve duygu kümelerinin, ya da karmaşaların bağlı oldukları olay ve yaşantılardan koparak, ayrılarak, özerkleşmeleri ve benliği etkilemeleri süreci olarak tanımlar. P. Janet, çözülmeyi bir savunma düzeneği olarak tanımlamamıştı; ancak bugünkü bilgilerimizle çözülmeyi çatışma ve bunaltıyı yatıştırıcı bir düzenek olarak görmek yerinde olur.
Örnek; Patronu tarafında ağır şekilde azarlanan Bay A, bu durumu unuttur ve sanki kendi
azarlanmamış gibi davranır.
Özdeşleşme (Identification)
Bir kişinin kendi kimliğini başka bir kişininkiyle bütünleştirerek hacmini genişletmesi, başka birinin kimliğini üstlenmesi, kendi kimliğini başka biriyle karıştırması sürecidir. Bu mekanizmanın kullanımı bebeklikte bireyin kendini nesnelerden ayırmayı öğrenmesi durumunda ve süperegonun oluşumunda önemli olup, normal gelişme süreci olarak kabul edilir. İki şekilde görülmektedir;
1. Kişilerle
2. Gruplarla
Örnek; Bayan Z yavaş yavaş tıpkı daha popüler oda arkadaşı gibi giyinmeye başladı.
Kendine Yöneltme (Turning towards one's self)
İsteğin tekrar kişinin kendi benliğine döndürülmesidir ve daha çok saldırganlık dürtüsü ile ilgilidir. Eğer içe-atılmış ve içerde yaşatılan bir sevgi nesnesi varsa ve yaşamın bir döneminde bu sevgi nesnesine karşı kin uyanmışsa, birey kendine acı vererek; hatta kendine kıyarak içinde yaşattığı nesneyi yok etmeye çalışabilir. Depresif kişiliklerde ve bazı tür karakterolojik mazoşizm olgularında bu savunmanın otomatik ve kompülsif kullanımı sıkça görülür.
Örnek; Bay X annesine olan kızgınlığını yemek yemeyerek ortaya koymaktadır. Burada agresif davranış benliğe yönelmiştir.
Saldırganla Özdeşim (Identification with the Agressor)
Anna Freud tarafından tanımlanmış, çocukluk dönemine özgü bir savunmadır. Genellikle, dışarıdan gelen eleştiri şeklindeki bir tehdit karşısında kullanılır. Çocuk saldırganın saldırganlığını benimsemekle tehdit edilenden tehdit eden konumuna geçer; devraldığı. saldırganlığı, artık saldırganlık beklediği kişiye yöneltir. Bireyin olağan süperego gelişiminde bir ara basamaktır.
Örnek; Bay A ondan 6 yaş büyük olan abisi gibi konuşmaya ve giyinmeye başlamıştır.
Somatizasyon (Somatization)
Hipokondride görülen bu savunma türünde saldırgan dürtüler kişinin organlarına yöneltilir. Kabul edilmez nitelikteki dürtüleri öylesi bir baskı altında tutulur ki, çoğu ancak bedensel yakınmaları yoluyla iletişim kurabilir.
Örnek; Bay K, işte yaşadığı stres durumlarında, mide ağrıları hissetmektedir.
Olgunlaşmış Savunma Mekanizmaları
Yüceltme (Sublimation)
Toplumsal açıdan uygun olmayan bir isteği veya nesneyi toplumsal olarak uygun olan başka bir şeyle değiştirerek dürtü doyumunu gerçekleştirmektir. Bu durumda, egonun etkisiyle dürtünün amacı ya da nesnesi ya da her ikisi birden değiştirilmiştir. Yüceltme; dürtülerin, cinsel doyumundan çok, bu doyumdan uzakta olan bir amaca doğru yönelmesini içerir. Başarılı bir savunma mekanizması olarak düşünülür, çünkü dürtü yapay bir yolla da olsa sonuçta bir çıkış noktası bulur. Yüceltme, ancak bir bastırmanın kalkmasıyla oluşur.
Tüm başarılı savunma mekanizmaları "yüceltme" başlığı altında toplanabilir. Yüceltme mekanizmasının oluşum aşamaları aşağıdaki biçim de özetlenebilir:
(1) Gerçek amacın ketlenmesi,
(2) Cinsel ya da saldırgan niteliklerinin etkisiz duruma getirilmesi,
(3) Ego tarafından enerjiye yeni bir biçim verilmesi.
Örnek; Üzgün olduğunda, Bayan Y şaşırtıcı derecede güzel, kederli resimler yapar.
Baskılama (Supression)
Rahatsızlık veren ya da istenmeyen düşünce ya da duygu durumlarını (affect) bilinç alanından uzaklaştırmayı amaçlayan zihinsel bir işlemdir. Bastırmadan farkı, baskılamanın bilinç düzeyinde bir işlem olmasıdır. Baskılanan içerik, bilinçdışına değil, sadece önbilince geçer.
Örnek; İş yerinde son teslim tarihi ile karşı karşıya kalan Bay Y, ailesiyle devam eden bir çatışmaya odaklanmamaya karar verir.
Telafi Etme (Compensation)
Bireyin gerçeklikte veya fantezide yaşadığı eksiklikleri gidermeye veya tamamlamaya yönelik bir savunmadır.
Örnek; Sayısal derslerinde başarısız olan Bay A sözel derslerine daha fazla çalışarak bu alanda sınıfın en iyileriden biri olmuştur.
Mizah (Humor)
Kişi kabul edilemez arzu ve isteklerini, mizah yoluyla ortaya koyar. Freud bu konu hakkında detaylı bir şekilde yazmıştır. Mizahın, rüya oluşumunda kullanılan mekanizmalar ile yapıldığına dikkat çekmiş ve kişinin birincil sürece gerilemesi gerektiğini belirtmiştir.
Örnek; Farklı siyasi görüşlerden kişilerin olduğu bir ortamda, hoşlanmadığı parti hakkında şaka yapan Bay A. Bu partilere karşı olan agresif tutumunu daha kabül edilebilir bir şekilde ortaya koymaktadır.
Fedakarlık (Altruism)
Kendi ihtiyaçlarını bir yana bırakarak başkalarının ihtiyaçları için çalışmayı içerir. Kişi bundan narsisistik bir tatmin sağlıyor olabilir. Genelde toplum yararına olan durumlar için de geçerlidir.
Örnek; Bay A kardeşi hasta olduğu için kendi işlerini bırakır ve onun işlerini halletmek için
çaba gösterir.
KAYNAKÇA
McWilliams, N. (2011). Psychoanalytic diagnosis: Understanding personality structure in the clinical process. Guilford Press.
Vaillant, G. E. (1992). Ego mechanisms of defense: a guide for clinicans and researchers. American Psychiatric Pub.
Gabbard, G. O. (2014). Psychodynamic psychiatry in clinical practice. American Psychiatric Pub.
Geçtan, E. (2006). Psikodinamik psikiyatri ve normaldışı davranışlar. Metis Yayınları.
Freud, A. (2004). Ben ve savunma mekanizmaları (Y. Erim, Çev.). İstanbul: Metis (Orijinal metin yılı 1936).
Prof. Dr. Doğan Şahin'in vermiş olduğu Aktarım Odaklı Psikoterapi eğitimi ders notları.
Schafer, R. (1968). The mechanisms of defence. The International Journal of Psycho-Analysis, 49, 49.
Kernberg, O. F. (1985). Borderline conditions and pathological narcissism.
Fenichel, O. (1974). Nevrozların psikanalitik teorisi. Çev. Selçuk Tuncer). Ege Üniversitesi Yayınları, 98.